|
kanuni Sultan Süleyman,
Şeyhülislam Ebüssuud Efendi’den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının
bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin
dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?
Şairliği de bulunan Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap
vermiş:
Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
|
Divan
edebiyatının en büyük şairlerinden olan Bâki, Edirne’yi bir ziyareti
sırasında; Emrî, Mecdî gibi tanınmış Edirneli şairlerle de görüşüp
konuşmuş. Bu esnada yerli şairler Edirne’yi o kadar çok övmüşler ki
Bâki’ye bu övgülerden gına gelmiş. Bununla da yetinmeyip, Bâki’nin
Edirne hakkındaki düşüncesini öğrenmek istemişler. İçinden kızgın olan
Bâki,
“Gerçekten şehriniz çok güzel, cennet gibi bir yer. Ama ne yazık
ki içinde Adem yok.” bu vesileyle Edirneli şairlere hadlerini bildiri
vermiş:
|
Divan
edebiyatının en şiddetli hicivlerini yazmış ve bu uğurda kelleyi de
vermiş olan Nefî’ye, zamanın önde gelen şahsiyetlerinden Tâhir Efendi
“kelb” (köpek) demiş. Bunu duyan Nefî şu dörtlüğü yazmış:
Bana kelb demiş Tâhir Efendi
İltifâtı bu sözde zâhirdir.
Mâlikî mezhebim benim zira
İtikadımca kelb Tâhirdir.
|
Çok zengin
ama geçimsiz, dirliksiz bir adam, bir cariye satın almak için esir
pazarına gitmiş. Kendisine çok güzel bir cariye göstermişler. Adam
beğenmiş. Fakat güldüğü zaman çirkin dişleri göze çarpıyormuş. Adam bu
yüzden kararsızlığa düşmüş. Bu esnada yanında bulunan meşhur İzzet
Molla bu geçimsiz adama akıl vermiş:
Efendimiz, bu cariyeyi kaçırmayın. Nasıl olsa devlethanenizde ona
gülmek nasip olmaz.
|
Hasırcızade’den
bir gün yeni Müslüman olmuş yoksul bir gayrimüslim için yardım
istemişler. Mehmet Ağa da o zamanın en değerli parası olan iki tane
“El-Gâzi” altını yardımda bulunmuş. Fakat arkasından bir nükte
savurmadan edememiş:
“Müslüman oldu bir Kâfir, şehid oldu iki Gâzi.” |
Eşref,
Abdülhamit yönetimini, bu yönetimde kaymakamlıklarda bulunmasına rağmen
en ağır hicivlere hedef yapmaktan çekinmemiştir.
Bu konudaki bir dörtlüğü şöyledir:
Padişahım bir dirahta döndü kim guya vatan,
Her gün bir baltadan bir şahı hâli kalmıyor.
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi.
Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor.
( diraht: ağaç – şah: dal – hâli: uzak )
|
|
Kanuni Sultan Süleyman, kızı
mihirmah sultanı; zekî, hırslı, geleceği parlak bir devlet adamı olan
Rüstem Paşa’ya vermek istiyormuş. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır
valisi imiş. Kanuni sarayın hekimbaşını çağırarak cüzzam hastalığının
en çok tanınan belirtisinin ne olduğunu sormuş. Hekimbaşı cüzzamlı bir
kimsede bit barınamayacağını söylemiş. Bunun üzerine Diyarbakır’a
adamlar gönderilmiş. Bunlar gizlice Rüstem Paşa’nın çamaşırlarını
kontrol etmişler ve bu sırada bir bite rastlamışlar. Böylece Rüstem
Paşa’nın cüzzamlı olmadığı anlaşılmış. Bu olay üzerine devrin bir şairi
şu iki dizeyi yazmış:
Olacak bir kimsenin bahtı kavî, tâlihi yâr
Kehlesi (biti) dahi mahallinde onun işine yarar.
|
|
Kitaplar |
|
cihan harbi
ve türk ermeni meselesi
ahmet rüstem bey |
|
|
|