Tadeusz Kowalski
Şehnâme’de Türkler*
Çev. Harun Güngör
Şehnâme sadece hayâl mahsulü şiirleri içine alan bir eser olmayıp, aynı zamanda köklü bilgileri de ihtiva eden bir eserdir. Firdevsi bize İran krallığının kuruluşundan başlayarak Sasani Hanedanlığı'nın sonuna kadar tarihi bir tablo sunarken, uzun tarihleri süresince barış ve savaşta İranlılarla temasta bulunan milletleri ilgilendiren sayısız detaylar da vermektedir. Şehnâme'de tarihî gerçeklere uygun olarak, İranlılarla Türk toplulukları, Çinliler, Yunanlılar ve Araplardan sıkça bahsedilirken İran'dan uzakta bulunan Hintliler, Berberi ve Hazarlarla, daha önemsiz küçük topluluklardan yani, Kürtler, Ermeniler ve Lurlardan bahsedilmiyor.
Şehnâme'den edindiğimiz bu bilgiler, eski Türklerle İranlılar arasındaki ilişkiler üzerinde tek kaynak değildir. Tersine, 10. yüzyıl öncesinde bu ilişkileri ortaya koyan, açığa çıkaran sayısız kaynaklar vardır. Böyle olmakla birlikte, Türkoloji ile ilgilenenler gerçekliği, doğruluk, önem ve muhtevası görülmüş, anlaşılmış olan bu eseri bir yana bırakmamalıdırlar.
Şehnâme’nin ihtiva ettiği bilgilerden yararlanabilmek için önce onun değerinin bilinmesi gerekir.
Firdevsi, destanın konusunu yazılı âbidelerden, Pehlevi kroniklerinden ve birazını da sözlü geleneklerden toplamış, onlardan almıştır. Fakat, dış dekor, şekiller ve renklerin örttüğü isimler, tarihi fikirler onun faydalandığı kaynakları tanımamızı engellemektedir. Zira onda, realitenin günlük gözlemi şiirsel hayallerle tamamlanmıştır.
İranlı şair Firdevsi, Türkleri doğrudan doğruya tanıdığı gibi anlattı. Zira kendisi İran’ın Kuzey-Doğu sınırındaki Horasan eyaletindendi ve bu mıntıka Orta Asya steplerinden batıya doğru hareket eden Türklerin göç yolları üzerinde bulunuyordu.
İranlı unsurların sakin ve medeniliğine karşı, stepte yaşayan Türklerin daha dinamik ve savaşçı bir ruha sahip olduklarının bilinmesi, Firdevsi için teorik bir problem değildi. İranlılarla Türkler arasındaki muharebelerin, savaşların tarihi kaynaklarını çok önceden bilen, öğrenen şair, onları başka türlü hayal edemezdi. Gözönündeki savaşların cereyanı, eski savaşların oluş biçimini canlandırıyor, gözler önüne seriyordu.
Ülkesinde toplulukların İranlılaşması; Perslerin doğrudan komşuluğu, daha yüksek oranda da onlarla karışmaları sebebiyle dikkate değer bir seviyeye yükseldi. Bu durum özellikle zengin sınıfları, idarecileri ve daha alt seviyede kalmış, ilkel halini devam ettiren göçebeleri ilgilendiriyordu. Firdevsi’nin Horasan’da oturduğu zaman durum böyle olmalıydı. Şüphe yok ki, onunla karşılaşan Türkler iki dilli, giyimlerine, savaş tekniklerine, gelenek ve göreneklerine, günlük meşguliyetlerine varıncaya kadar büyük oranda, İranlılaşmışlardı. Firdevsi tarafından ileri sürülen bu görüşler, Türk yüksek sınıflarının (bir kısmı hariç) İranlılardan pek farklı olmadıklarını göstermektedir.
Şehnâme’de Türk ülkesi genel olarak “Turan” veya "Turan Zemin”, nadiren de “Şehr-i Turan” adını taşımaktadır. Asya’dan İran’ın Kuzey-Doğusuna kadar Türklerle meskun sınırsız alanları ifade eden bu mefhum pek iyi tanımlanmamıştır. Ceyhun Amuderya, eski “Oxus” bu iki dünyayı ayıran sınırdır. Böyle olmakla birlikte, Feridun tarafından devletin bölündüğü zaman bu sınır hakkında hiçbir bilgiye rastlamıyoruz. (V. 177/2**) Sadece Tahmasp oğlu Zav’ın idaresi altında Ceyhun’dan Tur vilayetine, Çin ve Hotan’a kadar uzanan Türk toprakları hakkında şekli bir anlaşmanın imzalandığını öğreniyoruz. (Ze-Ceyhûn hemi tâ ser merz-i tur V. 1281, 33)...
Firdevsi’ye göre, Türklerle (Turanlılar) İranlılar arasında başlayan bitmez tükenmez savaşlar sırasında Türkler, Ceyhun nehrini geçip İranlıları bu nehrin gerisine attılar. Sasaniler devrinde Behram Gor, Türklerle aralarında sınır olmak üzere kireçlenmiş bir taş (sınır taşı) dikmiş. Yazgird’in oğlu Piruz, Türklerle savaşa katıldığında bu taşı bulmuştur. Henüz çözülen bu abidede ne Türklerin ne de İranlıların bu sınırı geçmelerine izin verilmediği ifade edilmektedir (B. VIII 2270, V. 51-53).
Aynı yerde, aynı amaçla Piruz da bir kale (Menâre-B. VIII. 2270, v. 56) inşa ettirmiştir. Bilgin ve maharetli bir zat olan Nuşin Revan, Perslere ait verimli toprakları göçebe step halkının akınlarından korumak için, yapı malzemesi olarak taş ve harç kullanarak ortadan kaldırması imkânsız bir kale inşa ettirmiştir (B. VIII 2328/9, v. 315).
Turan ve Türkler (Turanlılar) dan Şehnâme’nin ilk bahsedişi İran'ın VI. Kralı Feridun zamanına rastlar. Bu devirden başlayan söz edilme, bahsedilme destanın sonuna kadar devam etmektedir. İranlılarla Turanlılar arasındaki münasebet daima düşmanca bir karakter taşımaktadır. İlişkiler açısından, İranlıların Bizanslılarla ilişkileri ile Türklerle ilişkileri arasında fark vardır; zira Perslerle Türkler uzun zaman savaşmış veya savaşa hazır durumda bulunmuş, iki kavim arasında sürekli bir barış olmamıştır. Öyle ki, şüphe, karşılıklı kin ve nefret iki milletin geleneklerine, millî duygu ve düşüncelerine kadar giderek kökleşmiştir. Politika anlaşmazlıkların giderilmesi için bir takım anlaşmalar yapılmışsa da durum değişmemiştir.
İran ve Turan arasındaki anlaşmazlık, çatışma Pers destanına yeteri kadar giren yönetici bağı ile devam etmiş, iki millet arasındaki anlaşmazlık yöneticilerin şahsında devam ettirilmiştir.
İranlılarla Turanlılar arasındaki menfaat ve karakter ayrılığı, kin ve rekabet, birbiri ile beraber yaşamak zorunda kalmış iki topluluğun kendi aralarında savaşmalarına sebep olmuştur. Şehnâme'de yukarıda gösterilen sebebler dışında ikinci planda yer alan sebebler ve şahıslar da vardır.
Firdevsi sık sık İranlılarla Türkler arasındaki karakter zıtlığından bahsetmekte, zıtlığın ifadesi olarak birinin karakterini suya, diğerininkini ise ateşe benzetmektedir. (V.II 637, v. 2037)
“İki unsur; biri ateş, diğeri su. Kalbin derununda biri diğerine baş kaldırır.”
Halbuki, her ikisini bir yere koymak imkânsızdır (v. 111 1144, v. 58).
“Birbirine karışan iki şey; su ve ateş, biri diğerini yok eder” Dahası (V. II 643, c. 2154).
“Minocihr ve Afrasyab’ın yüksek idealleri yüzünden İran ateş, Turan suya benzedi.”
Eski İran geleneklerini dosdoğru yansıtan Şehnâme’ye göre, İran dünyası ile Türk dünyasının birbirine karşı oluşları, bu halkları yöneten eski kralların politik uygulamaları sonucudur. Mitolojik kralların VI.sı olan Feridun, krallığı üç oğlu Salm, Tur ve Erağ arasında paylaştırır:
Salm’e “Romen” eyaletini, Rum ve bütün batı (Havar)yı, Tur’a Çin ve Turan’ı, üç çocuğunun en küçüğü olan Erağ’a ise ana-baba yurdunu yani, İran’ı, ok atabileceği stepleri “dest-i nezavaran”, diğer bir ifade ile Arap ülkelerini verdi. Küçük çocuğuna doğduğu yerin beylik arazi olarak bağışlanması diğer iki kardeşte kıskançlık uyandırdı. Erağ, sinsice hazırlanmış bir planla kardeşi Tur tarafından öldürüldü. Bu kardeş kavgası bütün tarih boyunca iki ülkenin ilişkilerini çökertip, ortadan kaldırdı. Erağ’ın oğlu Minocihr, iki kötü amcaları Salm ve Tur’u bir savaşta öldürerek babasının intikamını aldı. Turan hükümdarı Afrasyab’la aralarındaki birbirini yok etme savaşı artarak devam etti.
Egemen güçlerin eski anlaşmazlıklara son verme çabaları birbirine düşmanlık ve kin duyan iki toplumu barıştırmaya yetmedi. Bu çabalar karşılıklı duyulan güvensizlik, tiksinti vb.. sebeblerle başarısızlığa uğradı. “Zira hiçbir İranlı, Türk dostu olmayacaktır.” Bunun tersine, Türklerle İranlılar arasında bir kardeşlik yerleştirmeye çalışmak, böyle bir teşebbüste bulunmak, onlara ızdırab ve acı vermekten başka bir şey getirmeyecek bir deney olacaktır. (B. IX 2834/5, v. 2817-8)
Zorba Behram Gobin (Cobin), Çin hükümdarına kız kardeşi Gordiye ile evlenmek istediği zaman bu sözleri söylemişti.
Etnik gruplardan birinin diğeri ile ilişkisi, söz konusu olan bir kahramanlık, tarihte oynadığı rolü belirtir. İki düşman unsurun bir kişilikte veya “Dü nejâde” denilen bir şahısta beklenmedik eriyişi, yok oluşu ancak, ölüm sebebi ile feshedilebilen trajik bir anlaşmazlığın düğümünü meydana getirir.
Krallık prensi Siyavuş’un, oğlunun ve Turanlı bir annenin hikâyesi, iki düşman grubu yarına uçurumu ortadan kaldırmanın imkânsızlığının hikâyesidir. Kral Kaus’un ihtiyatsız politikası nedeniyle Afrasyab’ın kucağına düşmüş olan Siyavuş, Turan'da kendini emniyette hissetmişse de neticede, Afrasyab’ın kardeşi Garsivaz'ın entrikalarının kurbanı olarak alçakça öldürülür. Zira: "İranlı bir kimse Turan'da oturmak için bir yer ararsa, yiyecek olarak kan veya zehire sahip olacak” (V. 11 834, v. 1100).
Yukarıdan beri işaret edildiği gibi, İran eposesindeki Türkler kendilerine bugünkü Türkler gibi bakıldığının farkında bile değillerdir. Her ne kadar Şehname, uzak geçmişteki Türk-İran savaşları hakkında bilgi veriyorsa da bu, Türklerin İranlılarla direkt bir ilişkide bulunduklarını göstermez. Krallar Kitabı (le Livre des Rois)’ında rastlanan “Turan” ve “Türi” kelimeleri yerleşik İran kültürünü tehdit eden Hind-Avrupa göçebelerini ifade etmelidir. Her ne kadar Türkler de İran kültürünü tehdit etmişlerse de bu, daha sonraki devirlerdedir. Kullanılan “Tür” kavmi kelimesi ile ifade edilen kavim, Hind-Avrupa kavmi iken; Altay ırkına mensup “Tür” kavmi ile karıştırılmış, bu da Firdevsi’nin bazı konularda hata yapmasına sebeb olmuştur.
Firdevsi çoğu kez, hikâyelerini anlatırken kaba bir anokronizme gidiyor, aldırmazlık ve umursamazlıkla bazen çok önce geçmiş olayları kendi zamanında imiş gibi gösteriyor. Mesela; Eski Grekleri Bizanslılardan ve onları Hıristiyan olarak mülahaza ediyor. Yine, Darius, Greklerle yaptığı bir savaşta kendi elinde bulunan kırk Katolik’i öldürüp düşmanların haçını alıyor (V, III 1769, v. 214). Ayrıca Zerdüşt’ün doğumundan önceki yıllarda ateş kültü kutsal tapınaklarının (Ateşgede) varlığını kabul ediyor ki, bu terim sadece Zend-Avesta yazmalarında bulunmaktadır. (V. III 1283, v. 219).
Tarihî gerçeklere zıt fakat, psikolojik temayüllere uygun bu destanın bizi ilgilendiren tarafı, Türkler ve Turanlılar hakkında Sasaniler devrine kadarki süre içinde onların tarihine ışık tutabilecek bir kısım hususları ihtiva etmiş olmasıdır.
Şehnâme’de kapalı bir biçimde de olsa Zerdüştlük öncesi İran ve Turan dininden de bahsedilmektedir. Gelişi güzel bir tarzda destana yayılmış sözlerde şair, Türkleri de İranlılar gibi monoteizme bağlı, Allah’ın insan kaderi üzerindeki mutlak gücünü tanıyan, ona tapan insanlar olarak kabul etmektedir. Afrasyab’ın ihtiyar kumandanı Piran’ın Siyavuş’un ağzını büyü ile çarptırdığını, Siyavuş’un ise bu durumdan kurtulmak için “her zaman Allah’ın adını andığını” okuyoruz (V. II 595, v. 1323).
Şehnâme’de az da olsa,Türklerin İranlılarınkinden başka bir rite sahip olduklarına dair bilgilere de rastlamaktayız. (V. II 613, v. 1638) “İşte böylece bu onların kendi dinlerine daha uygun geliyor.”
Çoğu kez kronolojik bir sıra takip etmeyip, Türklerle Perslerin dini farklılıklarını, onların birbirinden farklı inanışlara sahip olduklarını unutan şair, ikincilerin yani, Perslerin kurumalarını da birincilere mal ediyor. Mesela: Afrasyab melek konseyinin “Mabdân” İran kuvvetlerine karşı kullanılacak savunma araçlarını müzakere etmek için toplantıya çağırıyor (V. II 1017, v. 967); aynı şekilde (V. II 1143, v. 34). Diğer bir pasajda Afrasyab’ın çok sevdiği başkenti “Kunduz” -daha sonra “Baykan” adı verilmiş- da da tarafından yapılan, altınla süslü Zend-Avesta kopyasını içine alan bir ateşgede tapınağı bulunduğunu öğreniyoruz (V.III 1238, v. 219).
Bütün bu anlatılanlara rağmen Rüstem, Turanlıların putperest olarak yaşadıklarını ifade ederek “ben putlara taparak yaşayanların (putperestlerin) başını ezecek ve onlara Allah’ın aydınlık yolunu göstereceğim” demektedir (V. II 1010, v. 847).
Kral Gustasp, Zerdüştlüğü kabul ettiği zaman, Turanlılarla yapılan savaşta dini motif ön plana geçmiştir. Argasp, zamanın Çin ve Turan hükümdarlarına Gustasp’ı göndererek atalarının dinine zıt olan dinlerini terketmelerini istemiş, bu yüzden de Firdevsi, onu, putperestlerin kralı (V. III 1513, v. 285) diye adlandırmıştır. İki ülke arasında savaş kızışıp Argasp’ın kuvvetleri Belh’i istila ettiği zaman bütün kutsal kitapları yakmış, Guebres’lerin yolunu inkâr eden (V. III 1559, v. 1096/99) 80 din adamı (hirhad)nı kutsal ateş karşısında öldürmüştür. “Guebres’lerin Yolu” deyimi aşağılayıcı bir durumu ifade için kullanılmışa benzemektedir. Zira aynı deyim, dualizm peygamberin düşman Nisibin Hıristiyanları için de kullanılmıştır (B. VII 2060, v. 540).
Firdevsi’nin Türkleri sosyal kurumlar yönü ile de büyük ölçüde İranlılarla benzerlik göstermektedir. Şöyle ki; devletin başında Kral (Şah) vardır. Kral başkent olan “Kunduz” veya “Gang” (VII 596, v. 1351) da oturmakta olup, kralın çevresinde feodal beyler (şövalyeler), kahramanlar ve kralın müşavirleri olan din adamları (prétres) bulunmaktadır Firdevsi’ye göre Türklerle İranlılar arasında büyük bir farklılık yoktur. Türkler yaşayış biçimleri, krala karşı tutumları, yüksek sınıfların varlığı, giyinişleri, örf ve âdetleri ile İranlılara benzemektedirler Turanlıların kahramanlarının isimleri büyük oranda İranlılarınki ile aynilik göstermektedir.
Mesela; Afrasyab ile Siyavuş ve onların taraftarları arasında oynanmış olan Polo (Çevgen) oyununda Turanlılarca alınan isimleri Oulbad, Oarsivaz, Oahn, Pulad, Pîran, Nastıhan, Hôman (C. I 600, v. 1413-14) ki Çoğu kez İranlı isimleridir. Bununla beraber bu isimleri alan adamlar orijinleri itibariyle Türk'türler.
Kadın isimleri de yukarıda izah edildiği gibidir. Mesela; Piran’ın hanımı, Afrasyab’ın ekibinde olanlar gibi saf İranlı ismi taşımaktadır. (Gülşehr) Şehnâme’de azda olsa Türkçe isimlere de rastlanmaktadır Onlardan birkaçı (Demûr, V. II 635, v. 2003), (Karahan V. III 1008, v. 263), (Tahran, V. III 1616, v. 2121).
Turan ülkesinde bulunan yer isimleri de birkaçı istisna: (V. II 592, v. 1278 ve 595, v. 1321) Mohl edisyonunda (II 304, Kıfçak taşı ve B. IX 3012, v. 778 Kaçgar başı) Ceyhun nehrinin diğer yakasında bir bölge. Afrasyab’ın sarayından dönerken Siyavuş’un geçtiği yer.
İhtimal ki, yer isimleri, İranlıları andıran isimlerin başlangıçta Türk isimlerinin tercümesinden başka bir şey değildir. Mesela; Pulâd, Türkçe Demir kelimesinin Farsça tercümesidir.
Şüphesiz Firdevsi, İran ve Türk dünyası arasındaki dil farklılığını tam olarak anlıyordu. Bu farklılık Şehnâme’de, İranlılarla Türkler arası ilişkilerde mecburi tercüman kullanılması biçiminde gösterilmiştir. Baskın sırasında Rô’in-diz’e müstahkem bir mevkii verildiğinde (V. III 1616, v. 2121).
“Gururlu Tarhan, tercüman ile kale yönünden koşarak geldi.”
Yine Turanlı Hôman, İranlı şövalyelerle çarpışmak üzere hareket ettiği zaman, onlarla anlaşmak için yanında bir tercüman götürürdü (V. III 1164, v. 441).
“Tan ağarırken yanında vahşi bir aslan ve bir tercüman olduğu halde ata bindi.”
İranlılar da Hômanla konuşmak için, Türkçeyi iyi bilen bir tercümanın yardımını istediler (V. III 1165, v. 461).
“Hôman’a git, bizim söylediğimiz bütün sözleri ona Türkçe olarak söyle.”
Bazen Hôman da şavaşta asker içinden Türkçeyi iyi bilen bir tercüman seçti. (V. III 1177, v. 716).
Çevgen oyunu esnasında Siyavuş, konuştuklarının Türkler tarafından anlaşılmaması için ekibine Pehlevi dilinde öğütler veriyor (V. II 602, v. 1144).
Türklerin anlamamalarını istediği bu öğütleri Afrasyab anlıyor (V. II 602, v. 1149).
Rüstem’in Turanlı kahraman Puladvard ile muharebesi sırasında Afrasyab oğlu Sede’ye, Puladvard’a öğüt vermek için gitmesini, Rüstem’in anlamaması için de öğüdünü Türkçe vermesini emreder (V. II 1041, v. 1375).
“Ona Türkçe söyle, işaret et, ayaklarını çek, belki fil vücutlu kahraman devrilir.”
Düşman bir ülkede harekete geçmek, daha etkin olabilmek için yabancı dili bilmek mutlaka gerekli idi; Turan ülkesinde Keyhüsrev’i ararken daima Türk dilini kullanmıştır (V. II 715, v. 611).
Gasamp kuşatılıp Gustasp’ın kampından kaçtığı zaman, Türkçeyi çok iyi bildiği için kimse onu tanıyamamıştır (V. III 1565).
İran ve Turan arasındaki ilişkilerin canlılığı nedeniyle her iki dili-Türkçe ve Farsça- iyi bilen insanların sayısı az olmadığı gibi, diğer dilleri de iyice konuşanlar vardı (V. II 981, v. 359).
Adil Nuşin Revan’ın saltanatı sırasında “İran’da yabancı diller öğretiliyor, ilimle ruhlar aydınlanıyordu (B. VII 2447, v. 2411).
Terminolojiye gelince Türkdili genelde “Türki”, bazen de “Türi” (Mesela: V. II 889, not, v. 8) eski İran dili ise aslında Sasaniler zamanında “Pehlevi” adı ile adlandırılıyordu.
Şehnâme’nin Türklere verdiği İranî karakter yüzünden destanda, Türklerin maddi kültür unsurları, yaşama tarzı, örf ve âdetleri hakkında daha belirleyici detayları görmek mümkün olmamaktadır.
Yukarıda da işaret edildiği gibi Şehnâme, Türklerde, İran devlet şekline paralel bir devlet yapısı olduğunu, devletin başında kral bulunduğunu, bu krala “Şah” ünvanı verildiğini izah etmekte Gustasp devrinden itibaren Türk Kralının kudretinin Çin Türkleri hatta Çinliler üzerine kadar uzandığını açıklamaktadır (V. III 1513, v. 286).
Bu nitelikteki kral bazan “Hakan” ünvanını da taşımakta olup, Destanın Dakiki’yi esas alan bölümünde Turan hükümdarı Argasp, Çiğil Kralı (V. III 1521, v. 426) ünvanı ile zikredilmekte, aynı zamanda bu krala Karlukların da boyun eğdikleri ifade edilmektedir, (V. III 1522, v. 450). Böyle olmasına rağmen, bu ünvan pek tutunmamış, yaygınlaşamamıştır. Bu ünvanların yanında (V. III 1576, e. 13-89; B. VIII 2629, v. 1124). Sipehdar ve Salar-ı Türkan ve Çin, (B. IX 2801, v. 2230) gibi ünvanlar da kullanılmıştır.
Devletin sınırları ve etnik yapısına gelince, Şehnâme'ye dayanarak bu konuda belli bir fikre sahip olmak zordur. (V. III 1578, v. 1413)’e göre Çiğli Kralı, Turan ve Çin halkının askeri içindedir. “Herat” sultanı “Save” ve oğlu “Parmude” (B. VIII 2629, v. 1124) Türkiye Çin kral ünvanını taşımaktadır. Şehname'nin diğer bir yerinde Çin Hakanı (B. VIII 2632, v. 117) ünvanı zikredilmekte, sonuçta Eftalitler’in Türk devleti içinde oldukları belirtilmektedir.
Güneş, İranlıların sembolü olduğu gibi, ay da Türklerin sembolüdür. Afrasyab’ın bayrağında yaldızla işlenmiş yarım bir ay parlamaktadır (V. II 593, v. 1292).
“Mor menekşe zemin üzerinde, tepede yarım bir ay’la altın işlemeli ipek bayrak...”
Burada hilâlden bahsedilmiş olduğunu kabul etmek zorundayız. Eğer böyle olmasa idi, dolunayı güneşten ayırdetmek mümkün olmazdı. Zira Firdevsi bunların çoğunu kendi hayal gücü ile yaratmaktadır. Diğer yandan, İranlıların da sarı bayraklarının tepesinde güneş resmi ile yaldızlı yarım ay’a rastlanmaktadır. (V. I 478, v.734).
Diğer bir pasajda Afrasyab’ın bayrağının siyah, İranlıların bayrağının aslan resimli, menekşe mavisi olduğunu görüyoruz. (V. III 1341, v. 1340/1). Burada şunu da belirtmek isteriz ki, Turan ve Çin kralı Argasp’ın ordusunda kullanılan bayrakta Türklerin totemi olan bir kurt resminin varlığı da Şehnâme'de zikredilmektedir (Vk. III 1512, 277)***
Yukarıda sembollerin farklılığından bahsedilmişti. Aşağıdaki pasajda İranlıların sembolü güneş, Türklerin sembolü olan ay, İranlılar ve Türklerin belirleyici işareti, kavimleri belirleyen alametler olarak kullanılmıştır. (V. III 1145, v. 76/7).
“Ben Zerdüşt din adamları (mobad)ndan işittim ki, Türklerin ay’ı yükseldiği zaman, o, İran güneşi tarafından yaralanacak.”
Basanğ zamanından itibaren Türk sultanlarının çadırı Pars derisindendi (v. III 1283, v. 225).
“Kale içinde, Türk sultanı Basanğ’ın geleneğine göre Pars derisinden çadırlar bulunuyordu.”
Türklerin giyimi İranlıların giyiminden iki hususta farklılık gösteriyordu:
1. Başlık
2. Kuşak
Belh şehrinin Türkler tarafından alındığı haberini kocasına ulaştırmak için, gizlice tebdil-i kıyâfetle Belh’ten çıkan Gustasp’ın hanımı “Türklerin giyindiği gibi giyinip sarınmıştı.” (V. III 1559, v. 1101).
Yine aynı şekilde, Türkler tarafından kuşatılmış İran kampından İsfendiyar’ı kurtarmak için kaçmayı planlayan Gamasp, “bir Turan mantosu giydi, rehbersiz olarak dağdan indi,başına, tüyler dikilmiş bir başlık geçirdi,Türkler gibi giyinip bir Türk atına bindi." (V. 1564, v. 1192 ve not:6 v. 12).
Gamasp ile ilgili metinde okuduğumuz, yumuşak ve siyah Türk başlığıdır. (V. III 1565, v. 1198) Fakat yine de biz, bu başlığın nasıl olduğunu,Türk başlığının İran başlığından hangi hususta farklılık arzettiğini bilemiyoruz.
Şehnâme, bütün Türkleri, İranlıların karşısında homojen bir topluluk olarak ele almakta, boyları birbirinden ayıran dil hususiyetlerine ve onların göçebe olup olmayışlarına bile bakmamaktadır. Şehnâme’de zikredilen Türk boylarından bazıları şunlardır: Karluk (V. III l288, v. 317; 1522 v. 450), Çiğil (V. III 1521, v. 426; 1578 v. 1413), Kıpçak, Kaçgar, Guz (V. III 1193, v. 1034), Türkmen (V. III 1288 v. 323), Tatarî (V. III 1288, v. 317) fakat bunlar boş ve anlamsız isimlerden başka birşey değildir.
Firdevsi’nin Türkleri, İranlıların kahramanı Bezan'ın ağzından değerlendirmesi dikkate şayandır. O, Türkleri “yüzüne bakınca peri gibi fakat savaşta hiç bir şeye değmezler” şeklinde değerlendirmektedir. (V. III 1187, v. 906).
Bu kanaat ilk anda insanı hayrete düşürmektedir. İlginç olan durum, İranlı şairin geçmişi yüceltmesi, gençlerin ve kadınların güzelliğini ifade etmesidir. Konu ile ilgili olarak Hafız’ın şu gazelini hatırlamak yerinde olacaktır:
“Eğer ân Türk-i Şîrâzî bedest âred dili mârâ
Be hâ1-ı hinduviş bahşem Semerkand u Buhârâ”
Eğer biz, Moğol etkisi altında kalmış, Orta Asya orijinli İran sınırındaki çağdaş Türk tipini tanıtıyor ve buna da İranlı şairlerin bahsettiği gibi bakıyorsak iki husustan birini tercihte güçlük çekeceğiz. Şöyle ki; ya İranlıların zevki bizimkinden çok farklı veya şairlerin meşhurlaştırdığı Türk tipi bugün rastlayamadığımız bir biçimdedir.
B. VIII 2618, v. 932’ye göre Türk kırmızıdır. Bununla şair, Türklerin sarışın olduklarını tanıtmaya çalışmış, “kedi gözlü” demekle de Türklerin göz renklerinin açık renkli olup, İranlılara benzemediği, onların siyah gözlerinden ayrıldığı gerçeğini vurgulamak istemiştir.
Biz, gerek Orta Asya, gerekse diğer Türk toplulukları arasında sarışın, aynı evsafta saç ve göz rengine sahip sayısız kimselerin bulunduğunu biliyoruz. Bu konuda tarihçilerin Kumanların çarpıcı güzelliklerinden bahsettiklerini de hatırlatmak yerinde olacaktır.
Şehnâme’de, asker olarak Türklere pek önem verilmemiş olup bu konuda Firdevsi tarafgirâne davranmıştır. Buna karşı tarih, Türklerin, şahsi yiğitlik ve askeri organizasyonlarının çok üstün olduğunu göstermektedir.
Şehnâme’de Pers kültürünün Türk kültüründen üstünlüğü aşağıda olduğu şekilde izah edilmiştir. (V. III 1420, v. 2766).
“Turan ırkından üstün (parlak) zekâlı hiç kimse doğmadı.” Şehnâme’de Türkler hakkında daha birçok küçültücü duygu ve düşünceye de yer verilmiştir.
Şehnâme’de hasım, düşman olarak gösterilen ve öyle olduğu kabul edilen Türkler hakkında objektif bir yargı söz konusu olamaz.
Türkler hakkında Şehnâme’nin verdiği bilgiler tarafgirânedir. Konunun objektif tanımı hakkında görüşümüze katkı sağlamayacaktır.
* Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, YıI 1: 289-300.
Doğunun ve bütün dünyanın sayılı epope (destan) lerinden biri olan Şehnâme, Türk tarih ve kültürü açısından zengin bilgiler ihtiva etmektedir. Böyle olmasına rağmen, yurdumuzda konu ile ilgili hiç araştırma yapılmamış. hatta Şehnâme'nin bütünü bile günümüz Türkçesine çevrilememiştir.
Millî Eğitim tarafından Necati Luğal’e tercüme ettirilerek "Dünya Edebiyatından Tercümeler / Şark-İslam Klasikleri: 10, Ankara 1945-1955” yayınlanmışsa da bu, Şehnâmenın ilk dört cildinin tercümesi olup tamamı değildir.
Şehnâme’nin Türk tarih ve kültürü açısından taşıdığı önemi gözönüne alarak, Tadeusz Kowalski tarafından hazırlanan “Les Turcs dans le Şehnâme", Rocznık Orıentalıstyczny, tom, XV, 84-97 (Krakow 1 949) incelemeyi tercüme etmeyi uygun bulduk. (Çevirenin Notu).
*** Kowalski, Türklerin totemist olduklarını, Kurt’ u totem olarak kabul ettiklerini ifade etmişse de son yapılan araştırmalar Türklerin totem inancına sahip olmayıp. Tek Tanrıya inandıklarını ortaya koymuştur. Konu ile ilgili olarak bkz.: Prof. Dr. Hikmet Tanyu: İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı. Ankara 1980; Türklerin Dinî Tarihçesi. İstanbul 1978 (Çevirenin Notu).

 




Author information elhamar.
Copyright © 2004 by [bilgi semineri]. All rights reserved.
Revised:21 Ağu 2004 23:01:25 +0300 .