Dünya dilleri ingilizcenin
tesiri altına girmekten kurtulmaya çalışırken bizim siyasi ve kurumsal mercilerimiz
amiyane olmazsa biryerlerinden kelime uyduruyorlar.Hiçbir yerde kullanılmayan
kelimleri sadece gazetelerin "birazda gülün"köşelerinde rastlıyorki
gerçektende tam komedi.Hangi halkın dili kelime uydurmakla veya karşılık
ayarlamakla zenginleşmiş ve çağı yakalamışki.Tdk kapatılsın!
Sizi bu hafta
yine umutlu güzel hayelleri olan ama hiçbir reel fikri olmayan bir
akademisyenle tanıştırcam!
Türkçe, dünya dili
Türkçe'nin
bir takım sıkıntılar içinde bulunduğunu, ancak bunları aşacak "cihan
devleti dili" olma özelliğine de sahip olduğunu belirten Prof. Dr. İsa
Özkan, Türkçe'nin bilim dili olmasının sağlanması gerektiğinin altını
çiziyor.kanlardan Kafkasya'ya, Bağdat'tan Kudüs'e kadar bütün Osmanlı
hinterlandında yangın var. Alevler sanki bu coğrafyanın üzerinden ayrılmamaya
yemin etmiş. Evet Osmanlı coğrafyası alev alev yanıyor. İnsanıyla, devletiyle,
ağacıyla, geçmişiyle ve elbette kültürüyle. Bir zamanlar sadece Türklerin değil
Türkçe'nin de at koşturduğu, türkü yaktığı, mani söylediği bir tarih bütün
varlığıyla yanıyor. Türküler artık sadece ağıtlara bırakmış yerini..
"Türkçe bir ifade aracı, toplumun sesi ve ses bayrağıdır. Bu bayrağı
bulunması gereken yerde, görkemli bir şekilde dalgalandırmak icap
etmektedir." diyen Prof. Dr. İsa Özkan'la Türkçe cinayetini konuştuk.
Siyasi ve ekonomik alanda büyük bir çıkmazın içine giren ülkemizde kültür
hayatımız da bu depremden doğal olarak etkilenerek düştüğü dejenerasyon
girdabında ölüm-kalım mücadelesi veriyor. Bu felakette Türkçe en fazla
saldırıya ve yaraya maruz kalan organlarımızdan birisi. Türkçe bu savaşı
kazanabilecek mi?
Çok fazla karamsar olmamak lazım. Evet Türkçe bugün birtakım sıkıntılar
içerisinde ama bir cihan devleti dili olma özelliği ve tarihten gelen muhteşem
zenginliği kendisini yeniden diriltme de en önemli güç kaynakları olacaktır.
Türkçe'nin yaşadığı sıkıntılar kesinlikle çözümsüz problemler değildir. Yeter
ki ne yapacağımızı bilelim ve bu olumsuz tablonun bizi tembelliğe sevk etmesine
izin vermeyelim.
Öyleyse öncelikle ne yapılmalı?
Yapmamız gereken işlerin başında Türkçe'nin bir bilim dili olmasını sağlamak
geliyor. Bilim dili olmak aynı zamanda mensubu olduğunuz milletin bir dünya
devleti olmasıyla da ilgilidir. Siyasette, ekonomide ve kültürde belli
noktalara erişebilmek için dil alanında da eş zamanlı olarak olumlu işlerin
yapılması gerekiyor.
Siz aksini iddia ediyorsunuz ama kimi aydınlarımız ve bilim adamlarımız
Türkçe'nin bir bilim dili olmadığını savunuyorlar.
Türkçe geçmişte bir bilim diliydi. Bilim dili olduğunu kurduğumuz cihan
devletleri açık bir biçimde ispat etmektedir. Bugünkü anlamda Türkçe'nin bilim
dili olabilmesi için siyasi ve ekonomik alan yanında elbette bilim alanında da
çok önemli işler başarabilmemiz gerekmektedir. Ama bir şeyin ne olup olmaması
gerektiğine önce kendiniz inanacaksınız. Türkçe'nin bilim dili olmasına Türk
aydınları olarak hep birlikte inanırsak bunu başarırız.
Bazıları inanmıyor.
Türk aydınları birer müstemleke memleketi münevveri gibi hareket ediyorlarsa
biz o zaman kendi geleneğimize ve geçmişimize bir reddiye çıkarıyoruz demektir.
Bu son derece yanlış bir tutum.
Peki diyelim herkes inandı, ilk adım ne olmalı?
Evvela bilim alanındaki gelişmeler ana dilde olmalıdır. Bugün İngilizce nasıl
yaygın ve muteber bir dil haline gelmişse bizde Türkçe'yi bu seviyeye
yükseltmek için çabalamalıyız. Unutmayalım ki, her mal kendi müşterisini bulur.
Bir meta kıymetliyse onun muhatabı muhakkak kıymetli olacaktır. Dünya çapında
eserler veren bilim adamlarımız kitaplarını ve makalelerini Türkiye
Türkçe'siyle yazarlarsa bu alanda çalışanlar ister istemez Türkçe'ye rağbet
edeceklerdir.
Sonuçta iş yine bizde bitiyor.
Tabi ki. Bu ülkede üretilen bir bilimsel veriyi yurt dışına pazarlarken kendi
dilimiz yerine başka dilde verirsek bunun adı, biz bedensiz ve bedelsiz bir
ilim ihracında bulunuyoruz demektir. Böyle bir tavrı asla milli ve yerli bir
tavır olarak görmüyorum.
Peki bir cihan dili olan Türkçe'ye ne oldu da bugün bu noktaya geldi?
Bu sosyo-kültürel yapımızla alakalı bir husus. Sosyo-kültürel yapımız
Cumhuriyet'in ilk yıllarından 1938' kadar kendini bulma ve kendine dönme
sürecini yaşamıştı. Ama 1938'ten sonra geleneğin giderek zayıfladığını ve
hassasiyetlerimizin kaybolmaya başladığını görüyoruz. Yaşanan bu süreçten sonra
Türkiye özellikle 1960'dan sonra hızla bir değişime uğradı ve bu değişim
1965'ten itibaren tamamen ideolojik anlamda bir bölünmeye yol açtı. Ve 1980'li
yıllara kadar ülke bu bölünmüşlüğü yaşadı. İşte Türkçe en fazla yarayı bu
dönemde aldı.
Ne gibi?
Dilde politika olmaz. Türkçe bu dönemde tasnife tabi tutuldu, kimi kelimeler
adeta ideolojik bir kimlik ögesi haline sokuldu. Bu tasnif bir çok yanlışa yol
açtı. Oysa kültürün temel ve tabii taşıyıcısı Türkçe'dir. Türkçe'nin temel
probleminde bizim sanat, kültür ve bilim ufkunda çok güzel işler yapamamamız ve
bunlarla beraber politikada da iyi bir noktaya gelemememiz yatmaktadır.
Tabi birde bunlara batı hayranlığı eklenince!
Elbette. Kendi milli kültürüne yabancılaşan ve milli kültüründen kopan, giderek
bir batı hayranlığı ve bu batı hayranlığının beraberinde getirdiği batı
dillerini öğrenme süreci ister istemez bir ülkenin imtiyazlı ve imkanlı
tabakası olarak nitelendirebileceğimiz insanların Türkçe'ye karşı lakayıt
tavırlı olmalarına yol açmıştır. Bu insanların konuşurken moda ve bilgiçlik
anlamında batılı kelimeleri kullanmaları durumun psikolojik tablosunu net bir
şekilde ortaya koyuyor.
Dil devriminden sonra başlayan "Öztürkçe" kavgası yani
"uydurukça" sefaletini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yanlış bir kavgaydı. Dil politikası olur ama dilde politika olmaz. En öz
Türkçe halkın konuştuğu, yaşayan Türkçe'dir. Dili sadeleştirmek başka bir şey,
tasfiye etmek bambaşka bir şeydir. Türkçe yap-boz tahtası değil ki! Dilde,
bugünkü yahut geçmişteki birtakım siyasi anlayışlara yöneliş olamaz. Çünkü dil
bir ifade aracı, toplumun sesi ve ses bayrağıdır. Bu bayrağı bulunması gereken
yerde, görkemli bir şekilde dalgalandırmak icap etmektedir.
Ama bayrak yere düşürüldü!
O dönemdeki yanlışlığın temelinde Türkiye'deki aydının bölünmüşlüğü yatıyor.
Halbuki dil konusunda ikilik olmaz. Bugün dilimize Arapça ve Farsça'dan kelime
girmemektedir ama batı dillerinden ve özellikle İngilizce'den bol miktarda
kelime almakta beis görmüyoruz.
Bunu engellemenin bir yolu yok mu?
Buna karşı elbette yeni kelime türeteceğiz. Ancak geçmişte yeni kelime türetme
işe uydurukçacılık dediğimiz çok aşırı bir haldeydi. İşin ilginç yanı bu işi
yürütenler dil ve edebiyat uzmanı değil, daha çok ideolojik tavrı olan
kimselerdi. Dolayısıyla tam bir hayal kırıklığı oldu. Yeni kelime muhakkak
türetilmelidir, ama işi dil uzmanlarına bırakmak gerekiyor. Bizim ihmal
ettiğimiz husus, bu ülkede ihtisas erbabına saygı duymamaktan
kaynaklanmaktadır. Ana dili herkes kullanıyor diye herkes dil üzerinde
tasarrufta bulunmamalı.
İngiltere'de "Özingilizce-Üveyingilizce" diye bir tartışma var mı
acaba?
(Gülüyor) Zaten bu çok yanlış bir tartışma. Bir dilin özü veya üveyi olmaz.
Ancak bir dili çok iyi veya kötü kullanmak şeklinde bir tartışma yapılır.
Türkiye'de dili geleceğe taşıyacak ve geliştirecek kültürel bir atmosfer var
mı?
Türkiye'de fikir alanında çok büyük simaların ortaya çıktığına pek şahit
olamıyoruz. Düşünce dille başlar. Tefekkürün olmadığı toplumlar geleceklerini
inşaa edemezler. Dünya çapında mütefekkirlerimiz olmaz ise bugün "modern
kölelik" dediğimiz kölelik böylelikle başlar.
"Dili yabancı kelimelerden temizliyoruz" sloganları eşliğinde yapılan
tasfiye hareketi sonucu Türkiye'de nesiller arasında bir kopukluk yaşandığı
muhakkak. Osmanlıcanın okullarda ders olarak okutulması bu yaraya merhem
olabilir mi?
Bugün 200-300 kelimeyle düşünen, konuşan, yazan, eğlenen bir anlayıştan büyük
devlet fikrini çıkartamayız, hiçbirimiz bunu başaramayız. Bunun olabilmesi için
gerçekten Türkçe'nin söz varlığına, kavramlarına hakim olmak gerekmektedir.
Türkiye Türkçe'si köksüz bir dil değil, büyük bir gelenekten geliyor. Bu
gelenekten haberdar olmak ve kültürel değerlerimize sahip çıkmak adına
Osmanlıcanın okullarda ders olarak okutulması teklif edilebilir.
Osmanlıcayı öğretmek faydalı olmaz mı?
Dil meselesi bir zevk ve his meselesidir. Sevilmedikçe ve sevimli hale
getirilmedikçe büyük sıkıntılara ve eleştirilere yol açacaktır. O bakımdan bunu
bir sevgi ortamı içerisinde anlatmamız gerekiyor. Geleneksel kültürümüzü,
özellikle divan edebiyatımızı gençlere sevdirmek ve benimsetmek için zor
taraflarını değil, gerçekten oradaki incelikleri, sanatkarane söyleyişi ve çok
yüksek bir tefekkür edebiyatı olduğunu anlatmamız icap etmektedir.
Tabi bunun da yolu Osmanlıcayı öğrenmekten geçiyor.
Divan edebiyatı soyut bir edebiyattır. Bu soyutluğu anlayabilmek için o bilgi
birikimi ve kelime hazinesine, dolayısıyla o kültürün bütün unsurlarına hakim
ve sahip olmak gerekir.
Osmanlıcayı öğretmiyoruz ama bazı okullarımız tamamen yabancı dille eğitim
yapıyor. Bağımsız bir ülke çocuklarına yabancı dille eğitime izin verir mi?
Tabi bağımsızlık umurundaysa!
Yabancı dille eğitim bizi işte bu noktaya getirdi. Evet geldiğimiz durum çok
çok kötü değildir ama bizim tarihi gerçeklerimize ve geçmişimize uygun da
değildir. Buradaki okullar tam bir müstemleke okul haline dönüşmüştür. Yabancı
dille eğitim yapıyoruz ve yapmalıyız kılıfı altında memleketin en zeki
çocuklarını misyon üniversitesi dediğimiz üniversitelerde öğrenime tabi
tutuyoruz. Ve bu okullarda okuyan öğrenci bilimsel alanda bir hamle yapmak
yerine bütün gücünü o yabancı dile öğrenmeye harcıyor. Elbette yabancı bir dili
öğretmeliyiz ama, tümüyle yabancı dille eğitim çok yanlış bir
uygulamadır.
Zaten yabancı dil diyoruz ama onu bile okullarımızda doğru dürüst
öğretemiyoruz.
İşin en tuhaf yanı da zaten bu. Gerçek anlamda yabancı dili hakkıyla
öğretemediğimiz gibi kendi dilimizi de bilmiyoruz. En zeki çocuklarımızın
gittiği ODTÜ ve Boğaziçi gibi misyon üniversitelerinde öğrenci yabancı dilde
problem kurup problem çözmek durumunda olmaktan ziyade yabancı dil problemini
yenmekle boğuşmak zorunda kalıyor.