Atilla ilhan
“Küreselleştirilmiş' olanı 'ulusallaştırmak”
Genç' Cumhuriyet, Demiryolu sahasında "istiklal-i
tam'ını, iki yoldan
gerçekleştirmeyi tasarlamıştı:
Birincisi gidilememiş yerleri, ulaşılamamış vatan köşelerini,
'demirağlar'la
birbirine bağlamaktır bunun; İsmet Paşa, bu işi önce nasıl ecnebi
şirketlerle
başarmayı denediklerini,fakat onlardan anlayış görmeyince, nasıl
kendimize
güvenerek yapmayı tercih ettiklerini anlatır:
"...bu müzakereler esnasında, 'O halde biz, kendi kaynaklarımız ve
kendi
vasıtalarımızla yapmaya çalışacağız' dediğimiz zaman hayretle gözlerini
açıp,
bize bakıyorlardı; ve içimizdeki tecrübeli siyaset adamları, aklımızın
muvazenesi yerinde olup olmadığını,ara sıra yoklamaya çalışırlardı..."
(Hatıralar,Cilt
1.s.264.Bilgi yayınevi.2.Basım. 1992)
İşe 'ecnebi'yle başlamış, 'yerli'yle yürütülmüş; yani Cumhuriyet,
evvelce
'küreselleşmiş'i, ulusallaştırıyor'.
"Malatya hattı için, İsveç ve Danimarka,muhtelit bir şirketle mukavele
yapmıştık.Şirket sermayesiyle gelip hatta başlayacak ve biz bundan
istifade
edeceğiz.İşe bu ümitle başladık; bir iki senelik çalışmadan sonra,
gördük ve
anladık ki, adam bu sene sarfettiğini, gelecek sene içinde bizden
mutlaka
alıyor..."
"...bu hatta çalışan mühendislerimiz, hiçbir yabancı mühendisin
bulunmadığı istikametlerde,kendi başlarına,hatları yapacak hale
gelmişlerdi.
Mühendislerimiz ilk tecrübeleri kazandıktan sonra, zamanla daha iyi
eserler
vücuda getiriyorlardı.Erzincan'a kadar olan demiryolu, demiryolu
inşaatında
hakikaten en arızalı istikametlerden biridir ve kamilen Türk
mühendislerin
eseridir..."(Aynı eser,s.256)
Basvurulan ikinci yol, aynen demiryolu yapımında olduğu gibi, daha
evvel
ecnebi'ye verilmiş olan imtiyazların geri alınmasıdır: yani,
Osmanlı'nın
'ecnebi'ye yaptırdığı demiryolları, 'ulusallaştırılır'; biz ki
Cumhuriyet'in
ilk kuşağıyız, trene binecek yaşa geldiğimiz zaman, yurdun dört bir
yanında,
demiryollarımızın tamamı 'istiklal-i tam' içindedir.Hadi 'özelleştirme'
ve
'küreselleştirme' meraklıları için, o şanlı 'ulusallaştırmaların'
dökümünü
verelim:
"...1/ Anadolu Mersin / Tarsus / Adana demiryolları ve Haydarpaşa Liman
şirketlerinin satın alınması: 31 Ocak 1931. 2/ Mudanya / Bursa
demiryolu
şirketinin satın alınması: 30 Mayıs 1931. 3/ İzmir / Kasaba ve Temdidi
(İzmir/
Afyon ve Manisa/ Bandırma ) hatlarının satın alınması: 31 Mayıs 1934.
4/ Aydın
demiryolu şirketinin satın alınması: 30 Mayıs 1935. 5/ Zonguldak /
Çatalağzı
demiryolu hattının satın alınması: 31 Mart 1937. 6/ Şark Demiryolları
Şirketi'nin satın alınması: 26 Nisan 1937. 7/ Ilıca, İskele /
Palamutluk
Demiryolu'nun satın alınması: 22 Eylül 1941..." (doğan Avcıoğlu /
Türkiye'nin Düzeni. 1.Basım.s.216. Bilgi yayınevi. 1968)
Bize yakışır mı?
Bilmem Gazi döneminin, 'demiryolu ' politikasıyla, sonrakilerin
demiryolu
politikası arasındaki 'uçurum ' görülebiliyor mu? Onlar, karış karış
'ulusal'
demiryolu döşüyorlar; daha önce 'ecnebi'ye döşetilmiş olanı, kuruş
kuruş, geri
alıyorlar; bunlar ise, 'ulusal' demiryolu şebekesini, neredeyse
'taammüden' inkızara
bırakıp, geri kalanını da 'küreselleştirme'yi tasarlıyorlar.
Allah aşkına söyleyin, bırakacak mıyız? O yollar bizim değil midir: dağ
istasyonlarının, ağustos böceği tenhalığında, görünmez akarsuların
şırıltısını
dinlemiş; Gavurdağları'nın inanılmaz rampalarında, karanlık uğuldarken,
küçük
bir samanyolu gibi yolcu trenlerinin, ışıl ışıl, Çukurova'ya aktığını
görmüşüzdür: oğullarımızı askere o götürmüş, gelinlerimizi gurbetten o
getirmiştir; vagon pencerelerine o ay/ yıldız, niye işlenmiştir
sanırsınız? O
ay/ yıldızı, o pencerelerden sildirtmek, bize yakışır mı?
15 Haziran 1925'te Menemen'de doğdu. İlk ve orta
eğitiminin büyük bir
bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı
bölgelerde
tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir
kıza
yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16
yaşındayken
tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı.
İki ay
hapiste yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir
belge
verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay
kararıyla, 1944
yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne
yazıldı. Lise
son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir
Armağanı'nda
Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi
geride
bırakarak aldı. 1946'ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne
kaydoldu.
Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi
dergilerde ilk
şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi
imkanlarıyla yayınladı.
Paris Yılları
1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nazım Hikmet'i kurtarma
hareketine
katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı.
Fransız
toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki
eserlerinde
yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri
dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki
sorgulamalar
ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol
oynamıştır.
Bir kaç kez gözaltına alındı.
İstanbul - Paris - İzmir Üçgeni
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya
uğrayınca
Paris'e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem Attilâ İlhan'ın Fransızca'yı
ve
Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris
üçgeni
içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye
çapında
duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam
etti. Ancak
son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda
bıraktı.
Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde
sinema
eleştirileri yazmasıyla başlar.
Sanatta Çok Yönlülük
1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar
İstanbul'a
dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe
yakın
senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını
bulamayınca,
1960'ta Paris'e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve
televizyonculuğu
incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir
dönemini
başlattı. Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir
gazetesinin
başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda,
şiir
kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın
Ucu
yayınlandı. 1968'te evlendi, 15 yıl evli kaldı.
İstanbul'a Dönüş
1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı.
Sırtlan
Payı ve Yaraya Tuz Basmak 'ı Ankara'da yazdı. 81'e kadar Ankara'da
kalan yazar Fena
Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti.
İstanbul'da
gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir
süre
Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan
gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından beri köşe yazılarını
Cumhuriyet
gazetesi'nde sürdürmektedir. 1970'lerde Türkiye'de televizyon
yayınlarının
başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da
senaryo
yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve
Yarın
Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu
eserleri
Romanları
Sokaktaki Adam (1953)
Zenciler Birbirine Benzemez (1957)
Kurtlar Sofrası (1963)
Aynanın İçindekiler :
- Bıçağın Ucu (1973)
- Sırtlan Payı (1974)Yunus Nadi Roman Armağanı
- Yaraya Tuz Basmak (1978)
- Dersaadet'te Sabah Ezanları (1981)
- 'O Karanlıkta Biz' (1988)
Fena Halde Leman (1980)
Haco Hanim Vay (1984)
Deneme ve anı
Abbas Yolcu (gezi
notları) (1957)
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
Anilar ve Acilar
1.Hangi Sol (1970)
2.Hangi Batı (1972)
3.Hangi Seks (1976)
4.Hangi Sağ (1980)
5.Hangi Atatürk (1981)
6.Hangi Edebiyat (1993)
7.Hangi Laiklik (1995)
Atilla İlhan' in Defteri
1.Faşizmin Ayak Sesleri (1975)
2.Batı'nın Deli Gömleği (1981)
3.Gerçekçilik Savaşı (1980)
4.Sağım Solum Sobe (1985)
5.Ulusal Kültür Savaşı (1986)
6.Aydınlar Savaşı (1991)
7.Kadınlar Savaşı (1992)
8.'İkinci Yeni' Savaşı (1983)
9.Sosyalizm Asıl Şimdi (1991)
Senaryoları
Ver Elini İstanbul
Rıfat Diye Biri
Yalnızlar Rıhtımı
Şoför Nebahat
Devlerin Öfkesi
TV Filmi :
Paranın Kiri (1979)
TV Dizileri :
Sekiz Sütuna Manşet (1982)
Kartallar Yüksek Uçar(1983)
Yarın Artık Bugündür (1986)
Yıldızlar Gece Büyür (1992)
Teleflaş
Şiirleri
Duvar (1948)
Sisler Bulvarı (1954)
Yağmur Kaçağı (1955)
Ben Sana Mecburum (1960)
Bela Çiçeği (1961)
Yasak Sevişmek (1968)
Tutuklunun Günlüğü (1973) - 1973-74 TDK Şiir Ödülü
Böyle Bir Sevmek (1977)
Elde Var Hüzün (1982)
Korkunun Krallığı (1987)
Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)
Atilla ilhanın varşova paktı
gibi acaip rusya
hint çin birliği fikrini biliyorsunuzdur ben size başka fikirlerini
aktarıcam
Aşk
" Aşk suç ortaklığıdır."
Attila İlhan aşkı bir eğitim olarak nitelendiriyor. Aşık olmak,
cinsellik
bunların tümünün öğrenilebilir şeyler olduğunu savunuyor. Aşkı çok
çıplak tarif
etmek gerektiğindeyse; cinsel çekimin yüceltilmesi olarak
nitelendiriyor.
Cinsellik
" Her insanda kadın ve erkek
hormonları vardır. Bu kiminin dışına vurur,
kiminin içinde kalır, başka bir sahaya yönelir. Ama herkesin içinde
böyle çarpıklıklar
vardır. Çok kişi biraz sapık, eşcinsel, kendine hayran vesairedir.
"
Attila İlhan
İnsanı tanımlarken, onu duygu ve
düşünce yapısıyla olduğu kadar cinselliği ile
de ele almak gerektiğini savunur Attila İlhan. Romanlarının çoğunda
karakterlerin cinselliklerine inerek onları bütün yönleriyle okuyucuya
tanıtmaya çalışır. Yaşadıkları olayların içerisinde, o dağdalı aşklarda
hiç mi
cinselliğin yeri yoktur? Tabii ki vardır! İşte Attila İlhan, toplumcu
ve gerçekçi
bir yazar olarak bu olgunun da altını çizme gereğini duymuştur. Kurtlar
Sofrası
'nda Ümid, Aysel; Sırtlan Payı 'nda Doktor Sevim, Gülistan Satvet;
Yaraya Tuz
Basmak 'da Yüzbaşı Demir'i cinsel kimlikleriyle de karşımızda buluruz.
Tüm bu
karakterler, yaşadıkları döneme tanıklık ederken, okuyucuya cinsel
hayatın her
devirde geçerliğini de gösterirler. Edebiyat dünyasında şiddetle
eleştirilen
Leman Korkut, Hayrünisa, Bacaksız Abdi, Haco Hanım ve Müzeyyen gibi
karakterlerin çarpık ilişkileri, sefih hayatları ise porno gibi
değerlendirilmiş ve kimi eleştirmenler tarafından kınanmıştır.
Çevremize
baktığımızda, bu tarz yaşamı seçenlerin de kendi gerçekliklerini
yaşadıklarını
görüyoruz. Gerçekçi bir yazarın bunları da ele alması
kaçınılmazdır.
" ... cinsel diyalektiğin gerek
insanlar arası, gerekse insan içi çelişme
ve gelişmelerini, romana olduğu kadar şiire de geçirmek, bana ilginç
görünmüştür " diyor Attila İlhan. Şiire ilk başladığı yıllarda, erotik
şiirlerininin
hemen hepsini 'ayıp' diye nitelendirip, bir toplumcu olarak 'değersiz'
bulduğu
için yırtıp attığını itiraf etmektedir. Daha sonraları yazdığı
cinselliği
işleyen şiirlerin altında yatan nedenleri ve saptamaları ise şöyle dile
getiriyor : "Bireysel diyalektik hiç kuşkusuz cinselliği de kapsıyordu,
ikisi birden doğasal diyalektiğin kapsamına giriyorlardı, bütün sorun
bu
çelişkileri cinsel imgelemin aynasında somutlaştırmak,
kişiselleştirmek, sonra
da imgelere dönüştürüp şiire aktarmaktı." (elde var hüzün, bilgi
yayınevi).
Attila İlhan cinselliğin, aydınları
rahatsız eden manâda, kurallara
bağlanmasının semavî dinlerin ortaya çıkmasıyla başladığını savunur.
İlk semavî
din olan musevilik, bu anlamda en katı kurallara ve sınırlamalara bağlı
olandır. Daha sonra gelen hristiyanlık ve müslümanlığın da yeni
kurallar
eklemesinin insanların cinsel hayatına ciddi kısıtlamalar getirdiğine
inanır.
Toplumumuzda, sanıldığının aksine, cinselliğin çok rahat ele alındığını
ancak,
bir batı modeli olan çekirdek ailenin yerleşmesiyle birlikte Batı
yasaklarını da
devraldığımızı savunur." Türkiye gerçekte bir takım ahlâki değerler
açısından katı olsaydı, herkesin ahlâki kriter ve davranışlarını çok
iyi
bildiği bazı sanatçıları baş tacı eder miydi" diye sormaktan da kendini
alamaz!